“Toplumun ellerinde pekâlâ bir “mamule” dönüşebiliriz fakat bir “eser” olmak istiyorsak, biricikliğimizi bizzat kendimiz inşa etmeliyiz. “ (Antika Titanik)
Toplum normlarını ve değerlerini ihlal eden anti-sosyal davranışlar doğuştan insanlarda beliren davranış biçimleri midir? Yoksa kişinin, içinde doğduğu ve yetiştiği sosyal çevreden ürettiği davranışlar mıdır? İnsanlar birer suç işleme robotu olarak mı dünyaya gelirler? Yoksa onlara bu tepkileri vermesi gerektiğini toplum mu aşılar? Onları, anti-sosyal kılan aslında nedir?
Geleneksek olarak pozitivist sosyologlar bu durumu kötü bir aile geçmişi, yanlış sosyalleşmenin bir sonucu olarak açıklama eğilimindedirler. Fenomenologlar ise, sembolik iletişimci bir çerçeve içerisinde durumu analiz ederek, çalışanların anti-sosyal davranışını çevreden edindiklerini, kişinin içinde bulunduğu sosyal çevrenin (anne-baba, arkadaş, öğretmen, otorite konumundakiler) yaklaşım biçiminin birer yansıması olarak değerlendirmektedirler. Bu aktarımlarda bireyin doğuştan sapkın ve suçları gerçekleştirme potansiyelini taşımadığı gerçeğini çıkartmamız mümkündür. Bireyler kötü veya zararlı değillerdir. Onlar, yaklaşım biçimlerini, algıladıkları rol modeli dikkate alarak dönüşüm sağlamışlardır.
1950’li ve 60’lı yıllarda Chicago Üniversitesi’ndekiler “etiketleme kuramı” adı verilen bir yaklaşımı ortaya atmışlardır. Bu yaklaşım, bireylerin doğumla getirebilecekleri genetik özelliklerden ziyade, belirli insanlarla uyguladığımız toplumsal etiketleri ve bu etiketlemenin ardından insanlarda oluşan sapkınlık ve suç boyutuyla ilgili yaklaşımı araştıran bir teori geliştirmeye başlamışlardır. Becker, bu teoriyi geliştirerek, sapkınlığın bir davranış olmadığını, en basit anlamıyla diğerlerinin onaylamadığı davranışlar bütünü olduğunu söyleyerek teoriyi başka bir perspektifte incelemiştir. Ona göre, bir cenaze töreninde dans ettiğinizde kınanabilirsiniz ancak bir partide dans ettiğinizde kimse size yanlış bir şey yaptığınıza dair tepki vermez. Savaş hali söz konusu olduğunda insan öldürmek suç değildir hatta kahraman sayılabilirsiniz fakat sıradan bir günde bir insanı öldürmeniz suç sayılmaktadır. Temelde önemli olan otorite konumundakilerin davranışı kabul edilebilir ya da sapkın bir edim olarak tanımlaması ve etiketlemesi durumudur. Bu sebeple Becker’e göre, “Sapkınlık, davranışın temelinde yatan bir nitelik değil, eylemi yapan kişi ile eyleme tepki gösteren arasındaki etkileşimdir.”
Etiketlemenin birçok boyutu incelenmiştir. Biz en tehlikeli boyutlarını aktarmaya çalışacağız. Dünya geneline baktığımızda hala bölgesel nitelikte savaşların yaşandığını görmekteyiz. Bu savaşlar yaşanırken, medya etiketleme kuramını oldukça geniş boyutta ele almıştır. ABD’nin 11 Eylül saldırısının ardından Orta Doğu bölgesinde bulunan Müslümanlara terörist etiketini yapıştırması, tüm dünyaya ise bu etiketi islamofobi terörizmi adı altında yayması aslında bu kuramın yüzyıllar arasındaki geçişte mutasyona uğradığının göstergesi arasında sayılabilir.
İç siyaset boyutunda Türkiye’de yaşanan olayları ele aldığımızda, derinlemesine araştırmadığımız ve empati kurarak algılamadığımız Kürt sorunu etiketi her dönemde iç politik bir kaos ortamı yaşatmaktadır. Genelden özele daha da indiğimizde ise, FETÖ, vatan haini, yerli halka herhangi bir paylaşımından dolayı yapılan terörist etiketi, liyakatsizlik, torpilci vb. artık duymaya aşina olduğumuz kelimelerin, halk ağzında bir sakız gibi dolaşması ve bilinçsiz olan halkın birbirine bu yanlış etiketleri savurması… Bu yanlış propagandanın ise dünya genelinden yayılarak, iç siyasi boyutu nasıl etkilediği apaçık bir şekilde ortadadır. Terör kelimesinin taşıdığı suç potansiyelini hatırlatmak eminim fayda sağlayacaktır. Bilinçsiz bir şekilde komşunun, komşusuna bu tür ithamlarda bulunması ve kişiyi etiketlemesi aslında durumun vahimliğini ve dönüşen toplumunun inanç mekanizmasının zayıflığını gözler önüne sermektedir.
Geçmişten beri farklı milletleri içerisinde barındırmış olan bu coğrafyada birçok kültür etkileşimi yaşanmıştır. Bu etkileşim yeni ahlak anlayışlarını beraberinde getirmiştir. Karma bir kültürün getirdiği etiket unsuru daha fazladır. Bu etiketler ise, mahalle baskısına yol açarak bireyin, üretici potansiyelini olumsuz etiketlemektedir. Söz konusu durum otoriteden akademiye, kahvelerden okullara, ilkokul çocuklarına kadar bulaşmıştır. Toplulukların birbirinden etkilendiğini ve bu bağlamda değişebilecekleri gerçeğini göz önüne aldığımız vakit, etiketleme propagandasını bir kenara bırakarak, daha bütünleştirici politikalar izlemeye dikkat verilmeli, insanları kitlesel düzeyde kontrol edip güdümleyebilen otoritenin gücünün, bu süreçte nasıl bir etki doğuracağı düşünülmelidir.
Etiketler: #İnsanları Yargılamak » #ÖzgürDalçık » Düşünmeyi Bilmeyenlerin MeşgalesidirBENZER HABERLER