Batılı tarih öğretisine göre yaklaşık 70 bin yıl önce başlayan homo sapiens tarihini önce bilişsel / zihinsel devrim yaptığı 12 bin yıl kadar önce tarım devrimi yaptığı, 500 yıl kadar önce üretim devrimi (sonradan sanayi devrimi) yaptığı bu gün de sanal devrimin eşiğinde olduğunu iddia etmektedir. Her ne kadar içinde evrim teorileri, batı eksenli tarih anlayışını barındırsa da doğru gibi de görünmektedir. Mesela bu gün sanal devrimin dışında kalmak, yalan dünyanda sanala bulaşmadan idame-i hayatın imkan ve ihtimali yoktur.
Batılı tarih öğretisine göre yaklaşık 70 bin yıl önce başlayan homo sapiens tarihini önce bilişsel / zihinsel devrim yaptığı 12 bin yıl kadar önce tarım devrimi yaptığı, 500 yıl kadar önce üretim devrimi (sonradan sanayi devrimi) yaptığı bu gün de sanal devrimin eşiğinde olduğunu iddia etmektedir. Her ne kadar içinde evrim teorileri, batı eksenli tarih anlayışını barındırsa da doğru gibi de görünmektedir. Mesela bu gün sanal devrimin dışında kalmak, yalan dünyanda sanala bulaşmadan idame-i hayatın imkan ve ihtimali yoktur.
Her ne kadar ademoğlu homo ve sapiens “zeki ve insan” olduğun iddia etse de geldiğimiz bu süreçte “bir maymunu öldükten sonra gideceği yerin muz cenneti” olduğuna ikna edemezsiniz ancak günümüz sanal aklı hem fiili hem de sanal olarak ölmeden önce bile “korkuları da içinde barındıran” mutluluk vaadi ile sanal muza hücum etmektedir. Zeki insandı ya ne olduysa artık.
Şurası muhakkak ki insanlığın açgözlülüğe, yalan ve kandırmacılığa, soy kırımlara, hırsızlığa, bir medeniyeti kökünden yok etmeye, adını değiştirmeye, sınırsız ve sonsuz döngü içerisinde sömürülmesine giden süreç batılıların bir cay kaşığı baharat için kıtaları aşması ile başladı. Amerika kıtasına ulaşmaları (ki Hindistan’a gittiklerini sanıyorlardı), Hindistan’a gerçekten ulaşmaları sonrası yeni bir düzenin fitili ateşlediler. Öylesine gözleri dönmüştü ki örneğin “1517’li yıllarda Karayip adalarına çıkan İspanyollar Aztekleri, ardından da 10 yıl kadar sonra İnka’ları” yok ettiler”
Bu sadece sanayi devriminin değil zihinlerdeki hayali düzen devriminin de fitilini ateşledi. Demokrasi, insan hakları, kapitalizm, merkantilizm, sosyalizm, gelişmişlik, milliyetçilik, refah toplumu, olimpiyat ruhu gibi birbirini sürekli birbirlerinden üreyen, birbirlerini tetikleyen hayali ideal düzenlerin fitilini ateşledi.
Hayali düzeni kuranlar kurdukları düzenin sorumluğunu asla almadılar. Hayali olduğunu asla itiraf etmediler. Hayali düzeni etrafımızda asla ayıramayacağımız fiziki gerçekliğe karıştırdılar. Bedel aldılar, bedel ödettiler. İnsanların hayatını hayali düzene göre programlattılar. Her şeyi ama her şeyi birbirine karıştırdılar. “zenginlikle kapitilazimin karışması gibi”, Her bir şeyi bir şarta bağladılar örneğin mutlu olmak istiyorsan mümkün olduğunca çok üret dediler ama gerçekte tüketimi tetiklediler.
1717 yılında Fransa’da Kral 15. Luis’in adamı ve Paris borsasının müdürü Jhon Law, Mississippi Şirketini kurdu ve Mississippi Vadisini kolonileştirdi. Vadi timsahlarla dolu bataklık bir arazi idi. Bölge halkına ve Fransızlara vadi hakkında efsanelerle karışık sonsuz fırsatlar ve zenginliklerle dolu olduğu vaadini yaydı. Sadece zengin aristokratlar, iş adamları, burjuvaziler değil sıradan bir dilim ekmeğe muhtaç olanlar bile bu hayale inandı. Hisse fiyatları o kadar yükseldi ki herkes elinde avucunda ne varsa satıp şirketin Mississippi vadisi hisselerinden almaya başladılar. Tarihin rekor büyüklüğüne ulaştı. Fransa ekonomisini doğrudan etkileyen bu şirket. En parlak, en şatafatlı, en gösterişli, inanılmaz başarı öyküleri barındıran ve kahramanlar üreten bir şirket halini aldı. Ancak durum fark edildi. Hikaye aslında gerçekten koskoca bir balondu. Gerçekle uzaktan yakından alakası yoktu. Kimse kahraman değildi. O arazi ne fırsat vardı, ne de zenginlik. Olanlar oldu. Hisseler hızla düşüşe geçti. Kral 15. Luis durumu kurtarmak için, Jhon Law’ı maliye bakanı yaptı. Jhon Law’da kendini ve yalanını kurtarmak için, piyasaya karşılığı olmayan para pastı. Böylece balon daha da şişti. Law şahsını kurtarmak için bazı büyük büyük spekülatörler el altından tüyoları verdi, bazıları ise siyasi güçlerini, ticari ilişkilerini kullanarak zamanında kurtuldu ancak küçük yatırımcılar her şeylerini kaybettiler. Halk perme perişan oldu. Halk ise o meşhur bir dilim ekmeği bulamayıp, bir dilim pasta bile yiyemez hale geldi. Tarihte patlayan ilk ve en büyük “hayal satış balonu” idi bu. Patlamanın etkisi o kadar büyük oldu ki Fransa yıllarca toparlanamadı. Fransa artan borçlarını bir türlü ödeyemedi. Kıta Amerika’sındaki varlıkları daha yüksek faizli kredilerle yoluyla (hem borçlanarak hem de varlıklarından vazgeçerek) bir bir İngilizlerin eline geçmeye başladı. Fransa’da yaklaşık 150 yıldır toplanmayan parlamento toplantıya çağırıldı. Takvimler 1789’u gösteriyordu. Sonrası zaten olanlar oldu.
Ama Fransızlar, New Orleans balonunun patladığı için değil de özgürlük, hürriyet, eşitlik, milliyetçilik ve bir dilim pasta için ihtilal yaptıklarını savunmaya devam ettiler ve ediyorlar. Ama tarih ve İktisat ilmi gerçeklikleri öyle demiyor.
İfade-i meram ve netice-i kelam. Hayali gerçeklik yalandan çok farklıdır. Hayali gerçeklik herkesin inandığı bir şeylidir. İnanç olarak sürer. İnanç olarak sürdüğü müddetçe de dünyada bir güce sahiptir. Bu gün hayali gerçekliğin bu gün tüm dünyaya haşa! Yeni indirilmiş bir din gibi yaşandığını görüyoruz. Hayali gerçekliği yıkmak isteyen bir kişi milyonlar, milyarlarca kişiyi aynı anda ikna etmesi gerekir.
Okumazsam olmazlar…
Hararı, Yuval, Noah, Hayvanlardan İnsanlara SAPİENS, İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi, Çev. Ertuğrul Genç, İstanbul 2015.
Dickens, Charles, İki Şehrin Hikayesi, Çev. Meram Arvas, İstanbul 2011.
Şeriati, Ali, Mediniyet ve Modernizm, Çev. İsa Çakan, İstanbul 2003.
Ertemel, Adnan Veysel, Dijital Çağda İllüzyonel Pazarlama. İstanbul 2016.
BENZER HABERLER