Dinimizdeki ilk Ramazan orucu, hicretin ertesi yılındaki Ramazan-ı Şerîf’tir. Peygamber-i Zîşân, ashâbı ile birlikte 9 Ramazan geçirmiştir. Bunlardan 5’ini 30 gün, 4’ünü 29 gün tutmuştur. Sonra Hulefa-i Râşidîn dönemi, özellikle de Hz. Ömer dönemi, Ramazan-ı Şerîf’in nasıl icrâ edildiğine dair kayıtların bulunması hasebiyle ideal dönemdir.
Sonraki dönemlerde İslâm devletleri ve Müslümanların yaşadığı bölgelerdeki Ramazanlarla ilgili bilgiler, genellikle tarihî bir hâdisenin vukû’unda Ramazan-ı Şerîf’e tesadüf ederse kaydedilmiştir.
Ramazanlarla ilgili en çok ve en net kayıt, Osmanlı Devleti’nde karşımıza çıkar. Ramazan-ı Şerîflerle ilgili kayıtlar daha çok şuralarda görülmektedir:
Resmî Belgeler: Devlet erkânı yaptığı/yapacağı iş Ramazan’a tesadüf ediyorsa ona göre işlerine yön verirdi. Oruç ve hac mutlak zamanları olan ibadetler olduğu için devlet buna göre hareket ederdi. Tâ ki Batı’nın eksenine girene kadar.
Vakıf ve Hayır İşleri: En net ve en güzel uygulamaların örneklerinin olduğu kayıtlardır. Vâkıflar (vakfediciler) hem de vakıf yöneticileri bu ayda vakfın amacına uygun icraatlarda bulunurlardı. Tipik örnekleri; Aşevleri ve Ramazan-ı Şerîf’ özel tilavetlerin tertibi idi. (Mukabele, Yâsîn-i Şerîf, Buharî-i Şerîf okumaları vs.)
Edebiyat: Ramazan-ı Şerîf’le ilgili şiirlerin, vaazların, menkıbelerin anlatıldığı edebî kayıtlar en çok ilgi çeken kayıtlardır. Zaten bu kayıtların devamı olarak matbuatta Ramazan geleneği başlamıştır.
Oryantalist Kayıtları: Bugün bizi en kötü etkileyen kayıtlar, Oryantalistlerin kayıtlarıdır. Batılı seyyahlar özellikle Osmanlı topraklarında ve İstanbul’da Ramazan-ı Şerîf’e müsadif etmişlerse ballandıra ballandıra anlatmışlardır. Ancak bu ballandırma, Ramazan-ı Şerîf’in sadece çocuk eğlenceleri, keyif kısmı üzerine kuruludur. Osmanlı’nın son dönemlerine ait eserlerde ise Cadde-i Kebîr etrafında cereyan eder. Sayfalarca Hacivat, Karagöz oyununu anlatan oryantalist seyyahlardan etkilenen radyo, TV ve diğer basın organları, bunların alıntıları üzerinden Ramazan günlüğü oluşturmuşlardır.
Peki, Eski Ramazanlarda Ne Vardı?
Bazılarını zikredelim.
Ramazanlarda mukabele vardı. Yüz yüze mukabeleler… Camilerde, evlerde, her yerde… Hâfızlar, hâfizeler Ramazan’da coşardı. Varlıklı kişiler bunları teşvik ederdi. Vakıflar kurarlardı. Vakfiyelerinde mukabele okunması için özel maddeler koyarlardı.
Akşamları teravih kılınırdı. Hani şu seyyahların ve Tanzimat matbuatının görmediği teravih…
Akşamları teravih kılınırdı. Hani şu seyyahların ve Tanzimat matbuatının görmediği teravih… Bazı sözde ilahiyatçılarca tartışma konusu olan teravih…
Ramazan bir fırsattı ama fâhiş kâr fırsatı değil. Ramazan rûhun fırsatı idi tüccar ve esnaf için.
Yöneticiler (kadılar) Ramazan öncesi hazırlıklar kapsamında fiyat tespiti yapar -narh listesi hazırlar- ve fiyat denetimi yaparlardı. Ramazan bir fırsattı ama fâhiş kâr fırsatı değil. Ramazan rûhun fırsatı idi tüccar ve esnaf için.
Okullar (medreseler) Ramazan’da tatil edilir, talebeleri “cerr”e çıkardı. Bu talebeler, imam ve hatîbi olmayan veya yaşlı olan camilerde, tekkelerde Ramazan ayı boyunca mukabele olur, sohbet ve vaazda bulunur, teravih kıldırırdı. Ramazan bitince de oranın halkıyla bayramlaşıp emanetini alıp ayrılırlardı.
Şimdi olsa yıllık faaliyet raporuna mutlaka yazar, ‘selfi’ çektirip sosyal medyada yayınlar, yorum yapmayanları arkadaşlıktan tard eder.
Ramazan’da ‘zimem’ defterleri (veresiye defteri) hayırseverin isim bildirilmeden sildirilirdi. (Şimdi olsa yıllık faaliyet raporuna mutlaka yazar, ‘selfi’ çektirip sosyal medyada yayınlar, yorum yapmayanları arkadaşlıktan tard eder.)
Ramazan’da hiç mi eğlenmezlerdi insanlar peki? Elbette eğlenir, huzur bulurlardı. Tekne orucu ile başlayan eğlenceler, mevsimine göre sadaka taşı gezmeleri, cami ziyaretleri, Hırka-i Şerîf, Sakal-ı Şerif ziyaretleri ile devam ederdi. Ramazan; eğlence zamanı değil, huzur zamanı idi.
Gelgelelim Ramazan Görünümlü Hâdiselere!
Bir kısmı tabiî, bir kısmı eleştirilen, bir kısmı zorlama, bir kısmı sadece o güne mahsus hâdiselerdir. Şuurlu Müslüman olmayanlar için bunları birbirinden ayırması zor. Bunların birçoğu bizi asıl Ramazan’dan, Ramazan’ın ruhundan alıkoyan şeyler.
Türk geleneği olarak mahyalardan bahsedilir. Mahyalar; muhtelit din ve millete mensup devlette farkındalıktı. Osmanlı’nın son dönemlerinde ve günümüzde de siyasî emellere kurban gittiğinden bahsedilmez. Bir kısım tarafından “Var ol İnönü!” mahyası eleştirilir, o kadar!
Yazılı, görsel, işitsel basında görmüş olduğunuz; eski çeşme, evler, güller, çimenler, şelaleler, kuş ve gökyüzü, koyun kuzu kavuşması gibi görüntüler Türk sanat müziği eşliğinde veriliyorsa; bu size Ramazan diye yutturulmaya çalışılıyordur. Bu bildiğiniz müzik yahu!
Biraz Türk halk müziği, biraz arabesk formunda ve bütün müzik enstrümanları eşliğinde söylenen, içinde bir iki yerde Allah, Muhammed, Kâbe geçen kuru gürültüler –bazılarına göre ilâhiler- Ramazaniyelik hadiseler değildir. Bazılarında isteyen göbek bile atabilir.
Başına fes takıp, cepken yelek giyip, pabuç giyip, Türk sanat müziği eşliğinde, sahte pos bıyıkla görüntü vermek, konuşmak, mindere oturmak; Ramazan değildir.
Sokakta otantik görüntülerle bir şeyler satmak, meyve suyu satmak; Ramazan değildir. Elbette, eskiden yaz günlerinde camilerde, teravihte Ramazan şerbeti ikram edildiği (dikkat edin satıldığı değil) kayıtlarda mevcut tabii.
Hacivat-Karagöz’le, Ramazan eğlencesi diye sizin gözünüzü boyuyorlardır.
Sürekli yanlış anlayan, huysuzluk yapan, her şeyi yanlış anlamaya müsait olan bir adam ile bilgiç bir kimsenin diyalogları üzerine kurulu Hacivat-Karagöz’le, Ramazan eğlencesi diye sizin gözünüzü boyuyorlardır. (Hacivat-Karagöz ve Ortaoyunu; tiyatro ve drama yönüyle çok kıymetli eserler. Bu yönlerini hâriç tutarak bunları söylüyorum.)
‘Eski Ramazanlar’ adı altındaki kitaplarda, görsellerde nedense hep iftardan sonrası anlatılır. İstanbul’da Fatih, Şehzadebaşı, Sultanahmet, Cadde-i Kebîr (İstiklal Caddesi) eğlenceleri anlatılır. Nedense hep yaz günüdür. Nedense hep nargile tüttürülür. Nedense hep eğlence vardır. Arada bir kadınlar da şuh şuh geçiverirler.
‘Ele verip talkını kendisi yutuyor salkımı’ durumu var mı yok mu bu kimselerde?
Ramazan’da infaktan, fitreden ve zekâttan bahsedilir. Bunları TV ekranlarında söyleyenlere, gazete köşelerinde fetva verenlere bakın! ‘Ele verip talkını kendisi yutuyor salkımı’ durumu var mı yok mu bu kimselerde?
Her dönem zengin sofralarının görüntüleri ön plana çıkar. Zenginlerin iftar sofrası kurmalarının asıl sebebi; fakir fukaranın sair zamanda yiyemediği yemeklerden Ramazan vesilesi ile tatmasına vesile olmaktır. Ancak günümüzde durum; kurdeleli özel davetiyelerle girilebilen beş yıldızlı otellerde zenginlerin birbirini ağırladığı lüks davetlere dönmüş durumdadır. Geçmişte de günümüzde de Nasrettin Hoca’nın “Ye kürküm ye!” sözü her dönem –maalesef- cârîdir.
Geçmişte Ramazan hazırlıkları bâbında ‘Ramazan tembihnâmeleri’ yayınlanırdı. Maalesef Tanzimat’ın ilanından sonra bu tembihnâmeler siyasî içeriğe dönüştü. Günümüzde Ramazan genelgeleri şeklinde devam ediyor. İçeriğine bakın, her şey var: Ramazan ve teravihten gayri.
Sağ elin verdiğini sol el görmeyecekti hani. Şimdi kameralar görüyor. Sosyal medya görüyor.
Ramazan yardımları tam da Ramazan görünümlü hâle geldi maalesef. Bir gıda kolisi yardımına yedi kişi ‘görüntü’ ortaklığına giriyor. Sağ elin verdiğini sol el görmeyecekti hani. Şimdi kameralar görüyor. Sosyal medya görüyor.
“Çingene mahallesi kavgalı”, “çadır tiyatrosu” tipli iftarlar almış başını gitmişti.
Ramazan iftarlarının toplu iftarlar hâline gelmesi Tanzimat’la başladı deniliyor. Bilmiyorum. Ama İstanbul’da salgın dönemine gelene kadar –sevabı belediyelerin binasında mündemiç—“Çingene mahallesi kavgalı”, “çadır tiyatrosu” tipli iftarlar almış başını gitmişti. Ben şu kadarlık iftar verdim, asıl ben şu kadarlık iftar verdim diye belediye başkanlarının gövde gösterisine dönmüş iftarlar ve eğlenceler; Ramazan görünümlü idi. O gün onu Ramazan orucunun farzı gibi gören zevât; şimdi de sanal görünümlü, camdan cama (TV, internet) Ramazan’ı kutsuyor. Allah’tan hayırlısı!
Bu liste uzar gider ve sanırım sonu da gelmez. Bu hususlarda bu işin aslı budur demeye kalkınca da –Pinoşe’yi, sinemada Pinoşe alkışlamaya davet eden- kişiye dönebiliriz. Üstelik moralimizi de bozar. O hâlde eski Ramazanlara dönelim.
BENZER HABERLER