Peygamber-i Zîşân (s.a.v) 23 yıllık nübüvvet hayatında tevhîd inancı dışındakilerin tümü ile mücadele etmiştir. Ama en çok eza ve cefayı müşriklerden yani Allah’a ortak koşanlardan görmüştür.
İslâm kaynaklarına göre putperestlik; Hz. Nûh döneminde başlamış, Âd ve Semûd kavimleriyle sürmüştür. Tevhîd inancı dışına çıkan insanlar, taptıkları ilahları ile aralarına bir aracı koymuşlar, sonra da bu aracıyı tanrılaştırmışlardır. Zamanla o aracıya tapmaya, “o ne dedi” denilirse onu yapmaya başlamışlardır.
Kur’ân-ı Kerîm’de şirkin ne olduğu tarif edilmiş, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hayatında ve daha sonrasında şirk ile mücadele edilmiştir. Yahudilerin Üzeyir (a.s)’ı, Hıristiyanların da İsa (a.s)’ı –hâşâ- Allah’ın oğlu saymaları, müşriklerin putları Allah’a ortak koşmaları gibi.
Tevhîde aykırı olduğu için şirk en büyük günah olarak nitelendirilmiştir. Câhiliye döneminden kalma şirk alışkanlıklarının terk edilmesi emredilmiştir. Rasûlullah, Hz. Ömer’in câhiliye devrinden kalma bir alışkanlıkla babasının adına yemin ettiğini duyunca, “Allah, atalarınız adına yemin etmenizi yasaklamıştır; yemin edecek kimse Allah adına yemin etmeli veya susmalıdır.” demiştir. (Tirmizî, Nüẕûr, 8)
Ayrıca Peygamber Efendimiz (s.a.v), ümmeti hakkında doğrudan Allah’a ortak koşulması şeklindeki açık şirkten değil (Müslim, Feżâʾil, 30) ibadetleri başkalarına hoş görünmek için yapmaktan ibaret olan gizli şirkten yani riyadan daha çok korktuğunu belirtmiştir. (Müsned, IV, 403; V, 428; İbn Mâce, “Zühd”, 21)
Peki, müşrikler nasıl bir tapma hâlinde idiler?
Ebû Cehil’de şekli ve ifadesi görüldüğü gibi kibir, ret ve inat üzere yaşıyorlardı. Kendilerince her şeyi çok biliyorlardı. Onları yaratanın Allah olduğuna inanıyorlar ama O’nu bütün işlerinden uzak tutuyorlardı. Sadece belirli ritüellerle ve aracılar vesilesiyle ibadet ediyorlardı. Din, onlara lazım olduğu hâl ve şartta kullanılacak bir nesne gibiydi.
Fâiz, kumar ve zina, meşrû idi ve günlük hayatın adeta bir parçasıydı. Kâhinlik ve sihirbazlık, üstün meziyetlerdendi. Tüm bunlar zenginlerin, ileri gelenlerin – asilzâdelerin, makam sahiplerinin ve güçlülerin- araçlarıydı. Mesela her zengin ve ileri gelenin bir kâhini ve fal oku açan danışmanları vardı.
Ebu Cehil, oğlu İkrime, Ebu Sufyan gibi birçok büyük kervan -bugünkü mânâda uluslararası şirket- sahibi vardı. Bunlar en lüks, en çılgın, en ihtişamlı şekilde yaşıyorlardı. Bu müşrikler, sadece zengin değil, aynı zamanda zenginlikten ötürü güç ve nüfuz sahibi idiler. Toplumsal ve siyasî hayata bu zenginlik ve güç sayesinde etki ediyorlardı.
İşlerini yürütmek için güç kullanmak, adam kollamak, aracılar kullanmak, rüşvet vermek, kadın pazarlamak son derece tabiî idi, hattâ bir gereklilikti. Aksini iddia edenler meczup addedilir, toplumdan dışlanırdı.
Güç, para ve makam sahibi kişilerin varlıkları ve söyledikleri bir nevi kutsal addediliyor, sözlerinin üstüne söz söylenmiyordu. Onlar alenen suç işleseler dahi diğer ileri gelen kimseler tarafından korunuyorlardı. Hiç kimse bunlardan birini bile karşısına alamıyordu.
Kadınlar -ileri gelenlerin eşleri ve kızları hariç- fakirler ve köleler, sadece üst tabakanın hayatını kolaylaştırmak için vardı. Bu yüzden zenginler ve ileri gelenler, sadece kendilerinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere oluşmuş toplumsal kurallara, bu düzenin devamı için sımsıkı sarılıyorlardı. Bu kurallar, sadece zenginler ve ileri gelenlerin lehine işliyordu. Üst tabakanın suçlandığı bir dava ya görülmüyor ya da yalancı şahitlikle kılıfına uyduruluyordu.
Taptıkları putları Kâbe etrafına koyarlar ve onları korumayı toplumsal bir görev sayarlardı. Zaten aksini kimse düşünemezdi. Çünkü içlerinden birçoğu put ticareti yapıyordu.
Müşrikler zamanında haram aylarda panayırlar ve alışveriş günleri vardı. Bu günler herkes için kazançtı, ticarî gayeye kurban gitmiş kutsal günlerdi. O günlerde şiirler okunur, parlak sözler söylenirdi. Parayı verenler, kendilerine şiirler yazdırırlardı. Bu sayede aslında öyle olmadıkları hâlde saygın kişiler arasına girmeye çalışırlardı. Böylece kötü imajını temize çıkarmaya çalışırdı.
Ayrıca müşrikler, nebevî teblîğ başladıktan sonra Peygamber-i Zîşân’ın şahsını dahi itham ettiler. O’nu şâirlikle, kâhinlikle, mecnunlukla, büyülenmiş olmakla suçladılar.
*
Siyer kitabından bazı bölümler okuduğunuzu hissedebilirsiniz. Teknik olarak evet ama, maalesef durum hiçte öyle değil. Meselenin adının, şeklinin, mekânının değişmesi olgunun aslının değiştiği anlamına gelmiyor.
Mesela zina, adını flört, arkadaşlık, seviyeli birliktelik deyin, ne derseniz deyin, Mekkeli müşriklerin dönemi ileri gelenleri ile sosyetenin, meşhurların yaptıklarından farklı mı?
Mesela kibir, Ebu Cehil’in kibrinden bu günkü yöneticilerin, zenginlerin kibri farklı mı?
Mesela faiz, literatürdeki adı ile Riba. Bu günkü faizle o günkü faiz farklı mı? Maalesef faizsiz bir işlem yapılabiliyor mu? Ya da faizsiz bir hayat düşünülebiliyor mu?
Mesela kumar, ha Mekkeli müşrikler dönemindeki kumar, ha bu gün milli “ya da gayri milli” fark etmez piyango, loto, toto -her gün bir yenisi çıkıyor ya neyse- oynamak oynatmak. O gün toplumun ve ileri gelenlerin garantisi altında idi bu gün devletin garantisi altında
Mesela satın alınmış adalet, o gün ileri gelenlerin suçlandığında dava ya görülmüyor ya da yalancı şahitlikle geçiştiriliyordu ya, günümüzde yöneticilerin, meşhurların, sosyetenin, sanatçıların, zenginlerin mahkeme karşısındaki durumu farklı mı?
Mesela lafının üstüne laf söylenemeyenler, o gün kâhinlerin, falcıların dedikleri kutsal sayılıyordu. Şimdi para, menfaat, makam-mevki için tutulmuşların, –gûya bilirkişi, bilim adamı- dediklerinin aksine laf söylemek mümkün mü?
Azmış zenginlik, o gün zenginlerin kervan sahiplerinin çıkarlarının korunması ile şimdini ulusal ve uluslararası şirketlerinin çıkarlarının korunması, halkın perme perişan hale sürüklenmesi aynı şeyler değil mi?
Mesela bir grup, bir güruh lüks, şatafat, debdebe içinde gününü gün ederken bir gecelik eğlence masasının maliyeti bir ailenin aylık maişetinden fazla değil mi?
Gayr-i Müslimlerin yaptıklarının aynını –ilmi ve teknik meseleler hariç- aynını yapmak, dinine aykırı bulduğu noktalara “efendim bence böyle, bu devirde bu olur mu, ben o niyetle değil şu niyetle yapıyorum” diyerek bilgiç bir tavırla zırvaya tevil getirmek.
Menfaat ilişkisi, haksızlık, kişiye özel adalet, dedikodu adaleti -sosyal medya adaleti-, dini şahsî menfaatler uğruna kullanmak, malını saygınlık ve nüfuz vesilesi yapmak, dini değerlerle alay ederek isimler verip “kara Cuma gibi” alışveriş günleri yapmak, en kutsi değerleri sömürüye alet etmek -anneler günü, babalar günü, sevgililer günü vs. kediler günü bile var- adam kayırmak, rüşvet almak vermek, hakîkati gizlemek, dine davet edenleri susturup, bütün fuhşiyat ve lehviyatı teşvik etmek vs. vs.
Tarih değişti, coğrafya değişti, dil değişti. Değişti de hakikaten müşrikler nasıl bir puta tapardı?
BENZER HABERLER