Bu yazı bir siyasi içerikli yazı değildir. Baştan altını çizelim. Ancak 23 haziran 2019 pazar günü yapılan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı tekrarlanan seçiminin bariz olarak gösterdiği bazı hususları ifade etmekten ibarettir.
1- Anka Kuşu’nun Kanadı yere değmiştir. İktidar partisinin iktidara geldiği 3 Kasım 2002’den bu yana sürekli rampa çıkarken, vites yükseltirken bir anda en iddealı olduğu yerden, en iddialı olduğu kişiden “gol” yemesi Anka Kuşu’nun kanadının yere değdiği anlamına geliyor. Bu husus daha önce işaret, emare ve izler taşırken son tekrarlanan seçim bunu göstermiştir.
2- Yüzde 50 siyasette her zaman her zaman birisi % 50’yi bulabiliyorsa diğerinin de bulabileceği anlamına geldi. Yani çok partili hayata geçildiği günden beri güçlü iktidarlar kuran Menderes, Özal ve Erdoğan’ın % 50 paradigması ilk açığını verdi. Her ne kadar çoğulcu demokrasi oyununda bu husus bir kazanım gibi görünse de her şeyi güçlü iktidarla çözeceğini vaad eden siyasetçilerin de aslında iş üretmek için %50 veya çok güçlü iktidarlara değil çalışmaya, halkı anlamaya ihtiyaçları olduğunu gösterdi.
3- Siyasetçilerin üç maymunu oynama zamanı çoktan geçti. Gelişen teknoloji, iletişim ve ulaşım araçları siyasetçilerin sadece kendi bildiklerini söylemek yerine karşıdakileri, halkı duyması, halkın ne halde olduğunu görmesi, dün söyledikleri ve yaptıklarının boyunlarında bir yafta gibi durduğunu unutmaması gerektiğini bir kez daha gördük. “Efendim ben bilmiyorum, görmedim, duymadımı bilseydim gerçekten çözerdim, görseydim müdahale ederdim, duysaydım yardımcı olurdum” ifadesi artık ben söyledikten sonra ne önemi kaldıkiye dönüştü.
4- Elin oğlu çıkar yıkar geçer, rakibini küçümseme, rakibine saygı duy gibi kavramlar spor camiasında çokça söylelen söylemlerdir. Bunu bir çok maçta sporcuların meseleye odaklanması / konsantrasyonu problemini ortaya koydukları maçta gördük. Son olarak seçim meydanında da gördük. “Benim adamım iyi senin adamın işe yaramaz”, “benim adamım güzel senin adamın çirkin” gibi sadece bir merkezden verilen bilgilerin sorgulanmaksızın, ölçülmeksizin, biçilmeksizin yapılan söylemlerin kırıldığı görüldü.
5- Halkın ne istediğini duymak gerek. Şimdiye kadar siyasetçiler halka, meydanlarındaki söylemleri ile siz bunu istiyorsunuz diye “âdeta dayadıyorlardı” şimdi halk siyasetçilere “senin bana ne istediğimi söyleme hakkın yok benim istediğimi söyleme hakkım var.” şeklinde cevap vermiş oldu. Efendim siyasi analizlerde şu kadar sayı, bu kadar rey aldık vb. söylemler siyasi iktidar söylemleridir o husus bu yazının kapsamına girmez.
6- Korku kültürü sadece bilim kurgu hikaye, roman ve filimlerinde işe yarıyor. Hatta 3. sınıf Amerikan filimleri hala satılıyor. Ancak günümüz siyasetinde senin gördüğünü o başkası da görebiliyor. Bir sahiplenme edası ile “… böyle yapmazsan bak hââ” türü ifadeler gerçekliği yok ise hiçbir anlam ifade etmiyor. Toplumun içindeki meselelere bakış ve anlam bağı kurmak hala çok etkin.
7- Klasik yapay kalıp ve tanımlamalar artık anlam ifade etmiyor. Tüm toplumlarda var olan aidiyet kalıplar (hemşehricilik, dini vakıf ve dernek üyelikleri, kendisini siyasi ve kültürel tanımlamalar) artık eski değer ve etkisini yitirmiştir. Sende olanın aynından herkeste var. Toplumsal geçişlilik ve geçirgenlik gittikçe artmıştır.
8- Yola çıktıklarınla yolda bulduklarını değiştirirsen yar ve yardımcısız kalırsın. Türk milleti yapı gereği ilkelere, ülkülere, yapılara ve değerlere önem vermiştir. İlkelerinden, ülkülerinden, değerlerinden, yapılarından vaz geçenleri her zaman tasviye etmiştir. “Efendim ben, iktidara gelecek kadar oy alıyorum sana ihtiyacım yok.” kabilinden birilerini ötekileştirme, küçük görme, “koltuğumun altına gir ve kaybol”, “benim her dediğim yapmalısın” aynı işlev ve değeri olan kişi, kurum ve durumlardan işine geleni yanına işine geleni karşına almak her zaman aynı sonucu vermiştir. Halk hiçbir siyasetçiye eyvallah etmemiştir. Son seçim vesilesi bir tek bir seçim ile meselede tavsiye yok denilebilir ancak, Menderes’in Demokrat Partisi, Demirel’in Adalet ve Doğruyol Partisi, Özal’ın ANAP’ının bugün nerelerde olduğuna bakmak lazım. Son 2019 yerel seçiminde İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere büyükşehirlerde mesele yayaşarak gördüğüm 1989 sonrasındaki tabloya benziyor.
9- İbn-i Haldun’un ifade ettiği doğma-büyüme-ölme metaforunun halâ geçerli olduğunu gösteriyor. Her şahıs, her kurum, her devlet tabii olarak ortam ve şartlar gereği büyüme aşaması, tabii hal aşaması (doğal sınır) ve gerileme aşaması (yıkılma, yok olma) geçiriyor. Bilinen yakın tarihten örnek Osmanlı devletinin Avrupa’da ilerleyişi durduğunda bütün raporlar, ıslahat teklifleri Kanuni zamanına dönmek ile ilgili idi. Çok meşhur olan Kocibey risalesine, Kitab-ı Müstetaba bakılabilir.
Ha keza bu durdurulamayınca yöneticiler meselelere başka başka çözümler aramaya başladılar. En nihayetinde 1839’da zirveye ulaşan ve asla geriye dönülmez bir yola sokan “Tanzimat Fermanı’nı hemen 17 yıl sonra da Islahat Fermanı’nı yayınlattılar” her ikisinin de ortak özelliği halkla (Osmanlı döneminde tebaa ile) hiç alakası olmayan ıslahatlardı. Her ikisinde de dini terminoloji ile başlıyan cümleler tepeden inmeci bir şekilde Avrupa’ya öykünme, özenme üzerine kurulu ifadelerle son buluyordu.
Sonuç bütün yöneticiler iktidara gelene kadar söylemlerinde mükemmel, iktidardan sonra ya halkı, ya kendine rakip olanları bahane edip, icaratlarını bir bir Tanzimat ve Islahat Fermanı’nın inmeci politikalarına göre yapıyorlardı.
Zaten Tanzimattan bugüne ıslahatlarımız hiç bitmedi. Ha tanzimat, ha ıslahat, ha inkılap, ha yenilik, ha reform kelimeler değişti. Kendi değişmedi. Bu arada çok net bir şekilde tarihi gerçeklikle ifade edebiliriz ki ne Tanzimat oldu, ne ıslah edildi, ne ınkılap yapıldı, ne yenilik, ne de reform!
Hepsi kağıt üstünde, kişilere bağlı bir siyasi liderin ifadesi ile palyatif çözümlerdi. Maalesef öyle de devam ediyor.
10- Denize düşen gerçekten yılana sarılıyor. İbret alınsa da keşke tarih tekerrürr etmese. Ama yılanlar tıynetleri gereği hiçbir fayda vermiyor. Tarihtede görüldüğü üzere II. Mahmut zamanında Mısır’da Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın Konya’ya kadar gelmesi üzerine II. Mahmud Ruslardan yardım istemişti. Neticede Kütahya’da Mehmet Ali Paşa’nın kuvvetleri durduruldu ama, aması var işin Ruslar artık Osmanlı’nın bir paşasına söz geçiremediğinden, boğazlardan geçiş haklarından başlayan bir sürü iddealarına mesned buldu. Mehmed Ali Paşa ne oldu, kendisi ailesine yeni sıfatlar kazandırdı, kendi koltuğunu ve çocuklarının kotuğunu garantiye aldı, etki alanını hem içte hem dışta genişletti.
Anlayacağınız II. Mahmud’un yılanı denizde iken iki kere soktu.
Kanaatime göre son teröristin mektubu ve Sisi benzetmesi denizdeki yılandan farklı değildi.
30.06.2019 / umraniyegundemi.com
Etiketler: #23HaziranSeçim » #Arşiv » #Değişim » #Dönüşüm » #SavaşSongur » #tarih » #Uzman » umraniyegundemiBENZER HABERLER