logo

STRATEJİK VİCDANSIZLIK

İnsanlar vicdanı kendilerinde değil, başkalarında ararlar.

Türkiye 1990’lı yıllarda birçok kimlik bazında şekillenmiş siyasi söylemlerle uğraşmaktaydı. Bunun yanı sıra tam anlamıyla fikriyatı oturmamış partilerin koalisyon krizleri, koltuk kavgaları, bir yandan laiklik ve din arasından sıkıştırılmış halkın iç karışıklığı, ırkçı söylemlerin getirdiği huzursuzluklar, ekonomik gücün halka ve dış politikaya yetersizliği…

Yukarıdaki söylemler sizlere tanıdık geliyor mu? Günümüzde de 90’lı yılları yaşıyor muyuz? Yoksa o dönemden daha mı kötü haldeyiz…

Türkiye çok eskiye gidecek olursak Tanzimat Döneminden beri modernleşme sürecine ayak uydurmaya çalışıyor.  Hatta çok derin okumalar yaptığımız vakit Tanzimat Döneminde yapılmak istenilen reformların Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması yolundaki etkilerini daha iyi anlayabiliriz.  Cumhuriyetin kurulmasının ardından daha demokratik bir sistemin halk ile bütünleştirilmeye çalışıldığının, daha bilinçli, eğitimli ve eşit haklara sahip bir tebaa oluşturulma çabasının varlığını tarih okuması yaptığımızda görmekteyiz.

Türkiye’nin bu süreçte yaşadığı sorunlar özellikle kimlik bazlı sorunlar aslında Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma izler olarak nitelendirilebilir. Kürt Sorunu, Ermeni Meselesi gibi kavramların konuşulmaya başlandığı tarih, aslında çok net bir gerçeği yüzümüze vurmuyor mu, kıymetli okurlarım. Misak-ı Milli sınırlarımızın yalnızca haritada tam anlamıyla kesin ve net çizgilerle değiştirilemez olduğu gerçeğini gözlerimizin önüne sermiyor mu? Hala Ermeni Sorunu tartışılıyorsa, Doğuda bir Ermeni Devleti’nin kurulması sürecinden vazgeçildi diyebilir miyiz? Ortadoğu’da sınırlar tekrar çizilmişken, Ermeni ve Yahudi lobileri Türkiye’de bu kadar işler haldeyken,  Doğu Akdeniz’de bulunan yeni enerji hattına odaklanmamız ve ilgimizin neden Suriye’de çıkan kaosa çekildiğini düşünmemiz gerekirken biz ne yapıyoruz? İstanbul’da tekrarlanacak olan seçime odaklanıyoruz, gündemimize sadece siyasi söylemleri alarak devam ediyoruz. Demokrasinin işlerliği hakkında hiç konuşmuyoruz, kafa yormuyoruz…

Türkiye’de demokrasi kavramına biçilmiş olan anlam çok enteresan olmakla birlikte yanlış yorumlandığı da ortadadır. Bireyin iktidara gelecek olan partiye bir amaç ve çıkar uğruna oy verdiği ise artık günümüzde saklanılmayacak bir sır değildir. X partisine rantının sürdürülebilirliğini sağlamak için oy verenler, adalet ve hukuku sağlaması için oy verenler, işe girebilmek için oy verenler, güvenliğini sağlaması için oy verenler…  Oysa demokratik bir sistemde bunların düşünülmesi hatta tartışılması bile oldukça ironiktir. Çünkü iktidarın bunları çoktan sağlamış olması gerekmektedir. Halkın tartıştığı konu ırkçı söylemler, çocuk ve kadın tacizlerindeki adaletsizlik, hangi kişi ya da partinin iktidara geleceği değil, kişinin kendi işindeki başarısı, gideceği film, alacağı kitap gibi daha sosyal sorunları tartışmak, konuşmak olmalıdır.

Bir kadın yarını ve geleceği için atacağı adımdan korkarak dışarı çıkıyorsa bu ülkedeki adalet ve güvenlik sisteminin işlerliği elbette sorgulanacaktır.

Bir baba çocuğunun şaibeli ölümü karşısında susturulmaya çalışıyorsa, adalet sisteminin varlığı elbette sorgulanacaktır.

Tövbe ve yeminin sakız gibi çiğnenip tükürüldüğü, hakkın ve hukukun en gerekli vakitlerde yoklukla buluşturulduğu, vicdan mekanizmasının paramparça olduğu, halkın umudu ve geleceğinin düşünülmediği, eleştirinin ve özgür iradenin sadece kitaplarda okutulan bir kavram olarak kaldığı, sadece ve sadece iktidar hırsının büyüsüne kapılmış güruhun toplumu yönlendirdiği 90’lı yıllardan çok daha kötü bir döneme doğru sürüklendiğimiz yeni Türkiye’ye hepiniz hoşgeldiniz.

Etiketler:
Share
1065 Kez Görüntülendi.
#

SENDE YORUM YAZ