logo

İTİRAFI ZOR OLAN GERÇEKLERİN SAKLANMASI DAHA ZORDUR

Özgür DALÇIK / 27.04.2019

Herat Hükümdarı, Hoca Ahmet Yesevi’ye sormuş: “Bu kürk üstümdeyken namaz kılmam caiz midir?” Hoca gülmüş. Hükümdar “Ne gülüyorsun” diye sormuş. O da “Senin akılsızlığına gülüyorum. Karnın haram doluyken, halkın vebali boynundayken, bana kürkten bahsediyorsun!” demiş. (Derde Deva Randevu, Hacı Bektaş-ı Veli)

Toplumların ahlakını, hukukunu, giyiniş ve davranış şeklini çok önceleri hepimizin bildiği gibi dini kurallar oluşturmaktaydı. Değişen koşullar ve kavramlar dâhilinde bazı ülkeler bu sürecin uygulanış şeklini değiştirdi, bazıları değiştirir gibi yaptı, bazıları ise değiştirmemiş gibi gözükerek, kendi kültürünü yaşıyormuş gibi yaparak çok farklı bir kültüre adapte oldu. Ortaçağ Avrupa’sı bu dini değişimi çok şiddetli bir şekilde atlatırken ( Dönemi iyi kavramak için “YEDİNCİ MÜHÜR” filmi izlenilebilir) Türkiye gibi Sezaropapizm kavramının geçerli olduğu ülkelerde bu durumun çok vahim bir şekilde sonuçlandığını, dinin tüm manasını derinden yitirmiş olduğunu görmekteyiz.

Tasavvufun bazen bir hobi, bazen de bir moda olduğu bir dönem içerisindeyiz artık.

Türkiye artık Nuh’suz bir gemiden farksız, niye mi?

Kulun kuldan bir şeyler dilediği, yandaşlık, grup çıkarı, belli bir kesimin adamı olmak sadece patron ve lider çıkarı için başarılı olmak isteme ve bu çıkarlar için dini kullanmak, hakikat midir? Gerçek orada bir yerdeyse, ipuçları tam önümüzdeyse biz neden delili algılayamıyoruz.

Oysa ötekinin iyiliği için ayağa kalkmak, çabalamak, hikmet namına konuşmak, egonun kibrini söndürmek, insanı dini, dili, rengi ne olursa olsun sevmek, iyi insanı iyi olduğu için sevmek bir Müslüman’ın yapması gerekenler değil midir?

Benim Kabe’m insandır diyen Hacı Bektaş-ı Veli’nin 1209-1271 yılları arasında düşündüğü şeyleri biz neden iletişimin bu denli kuvvetli olduğu bir dönemde uygulayamıyoruz.

Biz toplum olarak dini kuralları özünden ayırıp sadece kendi çıkarlarımıza göre şekillendiriyoruz. Çocuk tecavüzlerine susuyoruz, geleceğimizin tek umudu olan çocukların hayal gücünü küçücük yaşta paramparça ediyoruz. Buna rağmen gençlerden umut dolu bireyler olmasını bekliyoruz. Din temsilcilerinden olan bir imamın 9 yaşındaki yetim çocuğa karşı tacizini görüyor ve susuyoruz, 11 yaşında bir erkek çocuğuna intihar süsü veriliyor yine susuyoruz. Kadınlar halkın içinde metroda tacize uğruyor, okuyor geçiyoruz. Çocuk ölümlerine, kadın ölümlerine, hayvan ölümlerine sadece susuyoruz, görmezden geliyoruz. Yeter diyemiyoruz, tepkimizi yutuyoruz. Biz Müslümanız diyoruz, susuyoruz. Sadece  susuyoruz. Ama nereye kadar!  Ümmeti için her şeyi göze alan peygamberin onca uğraşlarla, güzel ahlakıyla örnek olarak yaymaya çalıştığı dini biz tüm dünyaya lekeliyoruz. Hem de ne uğruna! Azrail geldiğinde bocalayıp bırakacağımız işler uğruna…

Toplum olarak ahlakımızı dinimize göre şekillendirdiğimizi düşünüyoruz, küresel dünyamızda ne dine dair ne kendi kültürümüze dair zerremizin bile kalmadığının farkına bir türlü varamıyoruz. Toplumda bir kişi suç işlediğinde tüm günahı, ahlaksızlığı, adaletsizliği o kişiye yüklüyoruz. Oysaki bireye o karakteri yükleyen toplumumuzdan başkası değil. Bunun farkına varamıyoruz.  Ahlakın getirdiği her türlü sorumluluğu dine yükleyerek, çözümün dinde olacağını düşünüyoruz. Biz ahlak ve din ayrımını yok sayıyoruz. Nice dindar ahlaksızlar vardır ve ahlaklı dinsizler, bu hakikati görmemiz lazımdır.

 İtirafı zor olan gerçeklerin saklanması daha zor, öyle değil mi?

Etiketler: »
Share
1680 Kez Görüntülendi.
#

SENDE YORUM YAZ